25 Şubat 2015 Çarşamba

Ganimet ile İlgili Meseleler

 Harpte gayr-i müslimlerden zorla alınan mal. Lügatte, çalışıp yorulmadan elde edilen şey, düşmandan alınan mal manalarına gelir. Cem’i yani çoğulu ganaim ve meganim’dir. Ganimet önceki ümmetlere helal değildi. Bundan faydalanma sadece Peygamber Efendimiz(s.a.v.) ve ümmetine helal kılındı. Nitekim Enfal Suresi 69. ayet-i kerimesinde mealen; “Şimdi elde ettiğiniz ganimetten helal ve hoş olarak yiyin.” Buyurulmuştur. Peygamber Efendimiz(s.a.v) de; “Ganimetler bana helal kılındı. Benden önce kimseye helal kılınmadı” buyurmuşlardır. İslam’da ilk ganimet, Bedr’den iki ay önce Abdullah bin Cahş komutasında Nahle seferine gönderilen seriyye(küçük askeri birlik) tarafından alınmıştır. Bu ganimet, Bedr ganimetleri ile birlikte taksim edilmiştir.
 Resulullah Efendimiz(s.a.v.), asr-ı seadetlerinde harb ile elde edilen ganimeti beşe taksim eder, dördünü gazilere dağıtır, beşte birini ise Enfal Suresi 41. ayet-i kerimesinde bildirildiği gibi tekrar beş hisseye bölerdi. Bir hisseyi kendilerinin ve ailelerinin ihtiyaçları için ayırır, artarsa harb vasıtalarına ve Müslümanların faydalarına olan yerlere sarfederdi. Bir hisseyi de kendilerine müşriklere karşı yardım etmiş olan Beni Haşim ve Beni Muttalib’in fakir-zengin ayırmadan hepsine verirlerdi. Kalan üç hisseyi ise; yetimlere, fakir Müslümanlara ve parasız kalan yolculara verirlerdi. Peygamber Efendimiz’in(s.a.v.) ahireti teşriflerinden sonra, beşte bir hisse sadece yetimlere, fakirlere ve parasız yolculara verildi. Beni Muttalib ve Beni Haşim olanlar bu üç sınıfa dahil iseler, öncelikle pay aldılar.
 Peygamber Efendimiz(s.a.v.), ganimet taksiminde önce kılıç, zırh ve at gibi bazı şeyleri seçip alırdı. Bunlara safıyy denir. Bedir muharebesinde Zülfikar isimli kılıcı safiyy olarak almışlardı. Muharebe bittikten sonra, kafirlerden zorla veya Resulullah Efendimiz(s.a.v.) döneminde olduğu gibi harp yapılmadan sulh yoluyla alınan mala da fey denir. Bu sebeple sulh yoluyla alınan ve düşman devlet başkanlarının gönderdiği mallar da fey hükmünde idi. Fey cinsinden mallar Haşr Suresi 5. ayet-i kerimesi hükmünce, Resulullah’ın(s.a.v.) tasarrufunda idi. Dilerse kendilerine tahsis edip, ailesinin ihtiyaçlarına veya silah, binek gibi harp vasıtalarına, dilerse de amme menfaatine harcarlardı. Hz. Ömer şöyle buyurmuştur: “Beni Nadir Yahudilerinin malları fey olup, Resulullah’a(s.a.v.) ait idi. Ondan ailesine bir senelik nafakasını alır, kalanı harp vasıtalarına sarfederdi.”
 Fedek arazisi sulh ile alındığı için, oda fey idi. Düşman tarafından hediye olarak gönderilen mallarda Resulullah Efendimiz(s.a.v.) için fey olup,

Aklın Önemi

Resulullah Efendimiz(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah Teala, akıldan daha kıymetli bir şey yaratmamıştır”(Tirmizi). Cenab-ı Hak, insana akıl vermiş ve onu kullanmasını emretmiştir. Akıl sahibi olmak insana, müslüman olmak ve İslam’ın gereklerini yerine getirmek sorumluluğunu yüklemiştir.
 Yüce Allah, akıl sahibi olmayanları sorumlu tutmamıştır. Onlar ahiret hesabıyla muhatap olmayacaklardır. Hak Teala’nın muhatabı olabilmenin temel şartı, akıl sahibi olmaktır.
 Alimlerimiz aklı şöyle tarif etmişlerdir: “Akıl, nazari(incelenebilen-araştırılabilen) ilimlerin kendisiyle elde edilebildiği bir özelliktir. Akıl, sanki kalbe atılmış bir nurdur, eşyayı idrak edebilme imkanı onunla mümkün olur.”
 Dinin ve hükümlerin kaynağı vahiy, yani Kur’an ve Sünnet’tir. Akıl, Allah Teala’nın maksadını anlamaya yarar. Anladığıyla amel eder, anlayamadı diye de inkar etmez. Allah’ın maksadı ne ise ona iman eder. Buna göre akıl, vahyin emrinde ve hizmetinde olan bir özelliktir.

20 Şubat 2015 Cuma

Şeyh Şamil'in Sözleri

• Müslümanlık esasına göre kurulan idare teşkilatı ile diktatörlük bağdaşamaz.
• Ölüm, bizi Allah’ımıza kavuşturan en ulvi hadisedir. Dünyaya geldik, O’nun eserlerini gördük, O’nun emirlerindeki isabete inandık, O’nun eserlerine gönlümüzden vurulduk. Şimdi de sevine sevine O’na kavuşmayı özlemeliyiz. Ölüm kafirler için bir azap bir ıstıraptır. Müslümanlar için bir sürur ve sadet olmalıdır.
• Gönüllerden kibri çıkarmak, yüce dağları iğne ile kazımaktan daha zordur.
• Allah’ın sana verdiği nimetlerle günah ve kötülük yolunda kuvvet kazandırmamalısın.
• Hayrın kümelendiği evin anahtarı tevazu, şerrin kümelendiği evin anahtarı ise gururdur.
• Nefsini baş tacı eden, dinini hor görür.
• Hakkı kabul ve ilan etmek İslami yaşayışın esasını teşkil eder.
• İnsanların en yükseği ve en asili Allah’tan en çok korkandır.
• Allah’tan kullarına şer erişmez.

Gıybet ve İftira - Din Ulaşacaktır - Davet Edecekler

Gıybet ve İftira

Resulullah Efendimiz(s.a.v.),
 - Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz, diye sordu. Ashab-ı kiram,
 - Allah ve Resulu daha iyi bilir, dediler. Bunun üzerine Resulullah(s.a.v.),
 - Birinizin, mümin kardeşini hoşlanmayacağı bir şeyle anmasıdır, buyurdu. Oradakilerden biri,
 - Ya benim söylediğim onda varsa, bu da gıybet midir, diye sordu.Resulullah(s.a.v.),
 - Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış olursun. Şayet söylediğin onda yoksa bir de iftira ettin demektir.
 (Ebu Davud, Tirmizi, Müslim)

Bu Din Her Yere Ulaşacaktır!

 Rasulullah sallahu aleyhi ve sellem’in heber verdiği, gelmesi yakın mutlulukla sevinelim: “Bu din, gecenin ve gündüzün ulaştığı her yere ulaşacaktır. Allah, bir azizin izzetiyle veye bir zelilin zilletiyle, İslam’ı üstün kılacağı bir izzetle ve kafiri zelil kılacağı bir zilletle, yerleşik ya da göçebe herkesin evine bu dini mutlaka sokacaktır.”
 (İbn Hibban, Sahih, XV, 91,93; Hakim, Müstedrek, IV, 477.)

Davet Edecekler!


 Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarını) sofralarına davet etmeleri gibi size karşı (savaşmak için) birbirlerini davet edecekler.”
 (Ebu Davud, Melahim 5; Ahmed b. Hanbel, V, 278.)

İhlas - Ümit ve Korku

 İhlas Alameti

Allah Teala, ibadete riya gösteriş karıştırmayı kesinlikle yasaklamıştır. Gizli şirk olarak tarif edilen riyadan kurtulmak her müslümanın gayesidir. Gerçek alim ve veliler de bundan son derece sakınıp yalnızca ihlaslı kulluğa gayret etmişlerdir.
 Bir gün Yahya b. Muaz’a, “Bir kimsenin ihlasa ulaştığının alameti nedir?” diye sorulmuştur. Yahya b. Muaz’ın cevabı şöyledir: “Süt emen çocuk gibi, kendisini övene de sevene de hiç aldırış etmeyip, işine, ibadetine devam etmesidir.”
 Büyük veli Fudayl b. İyaz da şöyle demiştir: “İnsanlar görsün diye amel etmek riyadır. Yapman gereken bir ameli insanlardan çekinip terketmen şirktir. İhlas ise Allah Teala’nın seni bu iki halden kurtarmasıdır.”

Ümit ve Korkuyla

 Hz. Ebu Bekir buyuruyor ki: “Size Allah’tan kormanızı, O’nu layık olduğu şekilde övmenizi, korku ile ümit arasında olmanızı ve Allah’a çok yalvarmanızı tavsiye ederim. Çünkü Cenab-ı Allah, Zekeriyya aleyhisselamı ve ailesini bu yüzden şöyle övmüştür:
 ‘Gerçekten onlar, iyi işlerde yarışırlar, korkarak, umarak bize yalvarırlar ve gönülden bize saygı duyarlardı’(Enbiya 21/90)
 Sonra, Allah’ın kulları biliniz ki Allah Teala kendi haklarına karşılık sizin canlarınızı rehin almış ve bunun için de sizden söz almıştır. Allah, ebedi olana karşılık sizden az ve fani olanı satın almıştır.”

Hz. Ömer'in Talimatnamesi

 Hz. Ömer’in Basra valisi Ebu Musa el-Eş’ari’ye gönderdiği talimatname besmele ile başlar ve bazı kısımları şöyledir:
 “Mü’minlerin emiri, Allah’ü Teala’nın kulu Ömer’den Abdullah bin Kays’a(Ebu Musa el-Eş’ari)! Allah’ın selamı üzerine olsun. Kaza(hüküm vermek) muhakkak ki, muhkem bir vazife(farz), tabi olunan bir adet(sünnet)tir. Sana Getirilen davalar üzerinde iyice düşün. Mes’ele senin yanında açıklığa kavuşunca, hükmünü ver ve derhal icra et, icra edilmeyen bir hakkın faydası yoktur. Duruşma sırasındaki bakışlarında ve bulunduğun yerlerde adaleti elden koma. Böylece ne zengin ne fakir, adaletsizliğe uğrayacaklarından korkmasınlar. Davayı delil ile isbat etmek, davalıya; yemin, davayı red edene düşer. Davayı hükme bağladıktan sonra ertesi gün yanlış hüküm verdiğini anlarsan, seni hiçbir şey Hakk’a dönmekten alıkoymasun. Hakk’a dönmek, hatada devam etmekten hayırlıdır. Getirilen davanın hükmünü Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şerifte bulamazsan, ictihad et. Kıyas yoluyla Allahü Teala’nın rızasına uygun düşeceğini umduğun hükmü ver. Beyyine(delil) getirirse, hakkını alır. Bu mühlet içerisinde delil getiremeyen, yahut getirmeyenin aleyhine hüküm ver. İftira cezasına çarpılan, yalancı şahitlikle tanınan ve akraba olanlar müstesna. Müslümanlar biri diğeri hakkında şahitlikte bulunabilirler. Muhakeme sırasında insanlara karşı gazap ve hiddetten, bağırıp çağırmaktan ve işlerin çokluğundan sıkıntı duymaktan ve ekşi yüzlü olmaktan sakın. Allahü Teala, işlerinde rızasından ayrılmayan kadıyı, insanlar tarafından gelecek tehlikelerden korur. Yaptığı işlere riya karıştıran, hüsn-ü niyeti olmayan kadıyı Allahü Teala halk içinde rezil eder. Allahü Teala ihlas ile yapılan amelleri kabul eder. Allahü Teala’nın ihsan buyuracağı mükafatı ne sanıyorsun?”

Elçilik

 Bir devleti başka bir devlette temsil eden kimsenin vazifesi, sefirlik. Elçilerin tarihi çok eski olup, geçici ve daimi elçiler gönderildi. İslam tarihinde elçilerin maiyyetleri ile birlikte dokunulmazlıkları vardı. Öldürülemezler ve herhangi bir şekilde kendilerince kötü davranılamazdı. Elçiler, sadece fevkalade durumlarda göz hapsine alınırlardı. Peygamber Efendimiz, Mekke’ye gönderilen müslüman elçisinin dönüşüne kadar, Mekke’den gelen elçileri alı koymuştur. Gelen elçilere önce teşrifat memurları tarafından, Resulullah’ın huzurunda nasıl davranacakları öğretilirdi. Elçiler ekseriya Medine ‘de Mescid’i Nebevi’nin elçiler sütunu denilen yerinde kabul edilirlerdi. Bu kabul sırasında Peygamber Efendimiz ve eshab’-ı kiramı, güzel, kıymetli elbiseler giymişler.
 Osmanlı nezdine gönderilen bir elçi, sınırdan içeri girdiği andan itibaren misafir muamelesi görür, kendisini İstanbul’a getirmek için bir mihmandar görevlendirilirdi. Elçilik heyetinin bütün yol ve yiyecek masrafları o andan itibaren devlet tarafından karşılanırdı. Sultan İkinci Bayezıd Han zamanında, İran’dan gelen bir elçilik heyetinin de, Erzurum’dan Geyve ‘ye kadar yol masrafları bir defter halinde tutulmuştur.

6 Şubat 2015 Cuma

Cizye ile İlgili Önemli Sorular

Cizye nedir?

 Cizye, zımmilerin (gayr-i müslim vatandaşların), hür ve erkeklerinden, seneden seneye alınan şahsi vergi. Lügatte; ceza, karşılık anlamında olup; mallarını, canlarını, her türlü haklarını koruma karşılığında, vergi almak demektir.

Cizye neden alınır?

 Cizye; gayr-i müslimlerin, Müslümanlar arasında bulunmalarından dolayı, zamanla İslam’ın güzelliğini ve hak din olduğunu görerek Müslüman olmaları ümidi ile mühlet tanımaktır. Bu bakımdan cizye, İslam’a davet yoludur. Gayr-i Müslimler, kendilerine verilen bu müddet içerisinde, Müslümanlardan İslam’ın hak din olduğunun delillerini işitir ve onların Müslümanlıkları sebebiyle taşıdıkları izzet ve şerefi; kendilerinin ise küfür üzerinde bulunmalarından dolayı uğradıkları aşağılık ve rüsvaylığı görürler. Şayet Allahü Teala onun hidayetini dilemişse, bu durum onları Müslüman olmaya sevkeder. İşte cizyenin meşru olmasındaki hikmet budur.

Cizye Kur'an'da geçiyor mu?

 Gayr-i müslimlerden, cizye almak yani onların vergi vermeleri, Kur’an-ı Kerim’de Tevbe suresi 29. ayet-i kerimesinde emredilmiştir.

Cizye kimlerden alınır?

İmam-ı Şafii Hazretleri'nin Sözleri

• Dünyada zahid ol, dünya malına bağlanma! Ahireti isteyici ol, onun için çalış! Her işinde Allah Teala’yı hatırla. Böyle yaparsan, kurtulmuşlardan olursun. Ruhsat ve te’viller ile uğraşan alimden fayda gelmez.
• İnsanları tamamen razı ve memnun etmek çok zordur. Bir kimsenin bütün insanları kendinden hoşnut etmesi mümkün değildir. Bunun için kul, daima Rabbini razı ve memnun etmeye bakmalı, ihlas sahibi olmalıdır.
• İlmi kibirlenmek, kendini büyük görmek için isteyenlerden giçbiri felah bulmuş değildir. Ama ilmi tevazu için, alimlere ve insanlara hizmet için isteyen, elbette felah bulur, kurtulur.

Namaz Vakitlerinin Hesaplanması

 Müslümanların geliştirdiği astronomi, daha çok namaz vakitleri ve hicri aybaşlarının belirlenmesinde, güneş ve ay yardımıyla zamanı belirlemeyi ana konu olarak almıştır.
 Miladi 8. yüzyıla kadar namaz vakitleri görevli kişiler tarafından, ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerin ışığında bizzat güneş gözlenerek ilan ediliyordu.
 İslam ülkelerinde rasathaneler kurulduktan sonra namaz vakitleri hesaplanarak ilan edilmeye başlanmıştır.
 Rasathane olmayan yerlerde ise namaz vakitlerinin tespitinde Rub’u Tahtası kullanılmıştır.
 Osmanlı Devleti zamanında şeyhülislamlığa bağlı bir başmüneccimlik görevi vardı. Bunlar her sene sadece İstanbul’un namaz vakitlerini gösteren resmi bir takvim çıkarırdı.
 Muvakkitler diğer şehirlerin namaz vakitlerini ise İstanbul’dan + - fark hazırlarlardı. Günümüzde ise

Osmanlı'da Hayat

 Osmanlı’da şimdikinin aksine, eski İstanbul sokakları genel olarak sakindi. Her yer güven içindeydi. Herkes günün her saatinde istediği yere hiçbir endişe duymadan gidebilirdi.
 Osmanlı insanı hırsızlık, gasp, kapkaç nedir bilmezdi. “Bu muazzam payitahtta” diyor Fransız tarihçi M. A. Ubicini, “dükkancılar, namaz saatlerinde dükkanlarını açık bırakıp camiye gittikleri ve evlerin kapısı basit bir mandalla kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz. Ahalisi sırf Hristiyan olan Galata ile Beyoğlu’nda ise hırsızlık ve cinayet vakaları olmadan gün geçmez.”
 Çevreyi kirletmek ise bir Avrupalı alışkanlığıydı. Osmanlı insanı, asla yere tükürmezdi, “kul hakkı” sayıldığı için yerlere çöp atmaz, ortamı kirletmezdi. Hatta, “Ağaçlar zikreder” düşüncesiyle, ağaçları yeşertmeye çalışırlardı. Mesela kurak günlerde ücretle adam tutup sokaktaki ulu çınarları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için saçak altlarına kuş sarayları yaparlardı.

İmam-ı Azam ve Kadılık

Zamanında İmam-ı Azam ile herhangi bir konuda tartışmaya girip de galip çıkan görülmemiştir. Hem derya gibi ilmi, hem de herkese nasip olmayan zeka ve mantığı sayesinde hepsinden kendisi galip çıkıyordu.
 Abbasi Halifesi Me’mun, İmam-ı Azam’ı Kufe’ye kadı yapmak istiyordu. İmamı çağırdı ve bu niyetini açıkladı. İmam-ı Azam yönetimin yanlışlıklarına alet olamamk için bu teklifi kabul etmedi.
 - Ben kadılık yapamam, dedi.
 Halife de herkes de kabul ederdi ki ondan iyi kadılık yapacak bulunamazdı. Bu nedenle Halife sert çıktı:
 - Yalan söylüyorsun, sen kadılık yaparsın!
 İmam-ı Azam akan suları durduracak şu cevabı verdi:

Akşemseddin Hazretleri

 Akşemseddin Hazretleri; Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin talebesi ve onun ilminin manevi varisi idi. Bir gün Şehzade Mehmet, yani geleceğin Fatih’i henüz beşikte bulunuyordu.
 Bir sohbet esnasında zamanın padişahı Sultan II. Murat Han Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri’ne İstanbul’u işaret ederek, “Fetih bizlere müyesser olacak mı?” diye sordu. Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri de, “Siz ve biz bunu göremeyiz; ama fetih görmek şu küçük şehzade ile bizim köseye nasip olacaktır” der.
 Akşemseddin Hazretleri aynı zamanda hekimlik ve eczacılık ilminde de derin bir alimdi. Kendi devrinde hastalıklara bulduğu yeni tedavi usulleri ve ameliyat yöntemleriyle pek çok hastanın

5 Şubat 2015 Perşembe

Siftah Ettim!

 Fatih Sultan Mehmed Han birgün yiyecek maddelerinin kalitesini ve narh durumunu kontrol etmek gayesi ile kıyafet değiştirip çarşıya çıktı. Bir dükkana girip selam verdikten sonra; “Yarım batman yağ, yarım batman bal ve yarım batman peynir veresiz” dedi. Dükkan sahibi yarım batman yağı tartıp parasını hesap ettikten sonra; “Ağam , sair isteklerinizi de karşı komşumdan alasız. Zira kim hem onun malı daha yeğdir. Hem de komşum daha siftah etmedi” dedi. Padişah ikinci dükkana varıp oradan da yarım batman bal alınca, bu dükkan sahibi de; “Allah’a şükür olsun siftahımı ettim. Hem de çocuklarımın nafakasını çıkardım. Bundan sonrası kardır. Diğer isteklerinizi komşumdan alınız. O daha sifteh etmedi” deyince, Fatih Sultan Mehmed Han; “Bu milletteki bu ahlaki istikamet yok mu, ona dünyalar fethettirir. Milletin ahlak-ı safiyetine halel getirenleri Allah kahretsin” dedi.

Bir Kerametini Görseydik

 Denizli evliyasından Hasan Feyzi Efendi her veli gibi keramet göstermekten kaçınırdı. Ancak bu, zihnine takılırdı talebenin.
 Bir sabah ders başladığında, çocukların zihninde yine aynı şey vardı: Keramet.
 “Hocamız neden keramet göstermiyor? Ah bir kerametini görseydik” diyorlardı.
 Bu, malum oldu büyük zata. Dersi kesip:
 - Biz, şu günahkar halimizle yerin dibine müstahakız. Ama bakın, buna rağmen yer üstündeyiz. İşte size keramet, buyurdu.
 Ve sordu onlara:
 - En büyük keramet nedir, biliyor musunuz?
 - Bilmiyoruz efendim, dediler.
 - En büyük keramet, istikamettir, buyurdu.
 - İstikamet nedir, dediler.

İslam'da Bayrak


Çok eski zamanlarda kurulan devletler ve kavimler, bayrak veya bayrağa benzeyen semboller kullandılar. İslam tarihinde ise hicretin birinci yılından itibaren bayrak kullanılmaya başlandı. Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem hicretin birinci senesinde Şam’dan dönmekte olan Kureyş kervanına karşı gönderdiği Hazreti Hamza komutasındaki otuz kişilik kuvvete bayrak şeklindeki beyaz bir bezi ilk defa kendi elleriyle bir mızrağın ucuna bağlayarak askerlerden Ebu Mersed’e verdi. Livaül-Beyda ismiyle anılan bu bayrak, Hayber gazasına kadar kullanıldı. Hayberden sonra Raye denilen siyah bir bayrak kullanıldı. Dört halife devri, Emeviler, Abbasiler, Endülüs Emevileri, diğer dönemlerde ve Osmanlı zamanlarında da çeşitli renk ve şekilde bayraklar kullanıldı.

Bütün Nefisler Ölümü Tadacaktır!

 Düşmanla karşı karşıya gelindiği zaman, donanma kapdanları askerin kuvve-i maneviyesini yükseltmek için bir konuşma yapardı. Nitekim Barbaros Hayreddin Paşa’nın reislerinden Kara Hasan Ağa büyük bir İspanyol donanması ile karşılaştığı zaman divan eyledi. Askerler, ulema ve bütün donanma efradı gelip tolandılar. Hasan Ağa yerinden kalkıp yüksek etkileyici bir sesle bunlara dedi ki:
  “Ey oğullar! Karındaşlar! Babalar! Sizler cümleniz bu ana kadar şadlık ve safada idiniz. Şimdi bu din düşmanları, mel’unlar karşımıza gelip durdularsa, bizlere dahi layık olan şudur ki: Güya hepimiz bugünkü günde dünyaya geldik ve yine bugünkü günde şehadet şerbetini içip ahirete gideceğiz, bilelim. Hadis-i şerifte buyrulduğu üzere, kişi kendisini dünyada misafir gibi bilmek gerektir. Dünyaya gelenin ecel şerbetini içmesi muhakkaktır. Cenab-ı Hak: “Bütün nefisler ölümü tadacaktır” buyuruyor. Baki ancak Allah’tır, gayri kimse yoktur.
 Madem ki böyledir, bugünkü günde ne mala, ne rızka, ne de evlada bakmayıp, hemen canla başla, Allah rızası için din-i mubin uğruna cihad-ı fi-sebilillah edelim.

3 Şubat 2015 Salı

Rasulullah Efendimiz'in Mübarek İsimleri ve Manaları

Mevâhib-i Ledünniye isimli kitaptan 99 adedi alınmıştır. Bu kitapta diğer 301 ismini bulabilirsiniz.

 Abdullah: Allah (cc)' ın kulu
 Âbid: Kulluk eden, ibadet eden
 Âdil: Adaletli
 Ahmed: En çok övülmiş, sevilmiş
 Ahsen: En güzel
 Alî: Çok yüce
 Âlim: Bilgin, bilen
 Allâme: Çok bilen
 Âmil: İşleyici, iş ve aksiyon sahibi
 Aziz: Çok yüce, çok şerefli olan
 Beşir: Müjdeleyici
 Burhan: Sağlam delil
 Cebbâr: Kahredici, gâlip
 Cevâd: Cömert
 Ecved: En iyi, en cömert
 Ekrem: En şerefli
 Emin: Doğru ve güvenilir kimse

2 Şubat 2015 Pazartesi

Mütevazı Bir Harf Hikayesi

“Vav” her levha , insanoğluna “Vav gibi ol!” öğüdünü hatırlatıyor.
 Ana karnındaki bir insan sureti ya da secdeye kapanmış, âcizlik makâmında bir kul silüeti: Vav...Çileyle yoğrulmuş bir kulun edeble eğilişi, alnını seccadeye sabitleyişi, yok olup sonsuzluğa uzanışı... Hepsi “vav” ismiyle müsemmâ! “Vav” adı söylenmeye bile çekinilen bir gizli sır, bir ağır emânet gibi kalpte saklanmış. Kalbe hayat veren müstesnâ sevgilinin sembolüne dönüşmüş, kâinatın ta ilk gününde… Allah(cc) 'ın Vâhid ismini, birliğini ve benzersizliğini, temsil etme görevini üstlenmiş. Ve Rabb'in kudretiyle yarattığı kâinatın yerini tutmak bir tek “vav”
harfine nasip olmuş. “Vav” kendisine yüklenen anlam itibarıyla farklılığını, gücünü hissettirir.
 “Vav” hayatın özeti bir nevî, yaşantısı Allah'a yakın olan bir kulun büyük sevdası, bir hattatın baş tâcı her dâim... Hat sanatının ilk öğrenilen harfi… O yazılınca, diğerleri peşinden bir bir dökülüveriyor. Diğer bütün harfleri, kelimeleri bir araya getiren, eksik parçaları tamamlayan harf “vav” Tıpkı ayrı duran hatları sımsıkı birleştiren bir çengel gibi... Bir de rahlenin önünde kendini “vav” çekmeye hazırlayan öğrencinin imtihânı. Çekilmesi en zor harf olduğundan bu… Koca bir kalp dolusu aşk, çok mahâret, çok sabır istiyor…