( Şimdi, biraz da bu konuda kendi özelimize dönüp soralım…
Gençlik yıllarının aktif davet ve eylem günlerinden gelinen bu aşamada insanlarımız neden yorgun ve yılgın? Evet, davetçilerimize ne oldu? Neden davet etmezler? Davet edilecek insan mı kalmadı? Söz mü tükendi? Kelimelerin ömrü neden bu kadar kısa oldu? Dokuz yüz elli yıl kesintisiz devam eden davetin kıssasını bugün nasıl yorumluyoruz? Söz’ün Ninova sınavından çıkardığımız sonuçlar, davete son vermek şeklinde mi olmalıydı? Davet bir ibadet değil miydi? Yoksa bu sükût, davet sorumluluğunun sakıt olduğuna mı işaret ediyor?
Peki, bugünün hatası nedir?
Kapalı kapılar ardında, yakınmak, şikâyetlenmek, kulisler kurmak bizden beklenen bu muydu? Olup bitenler karşısında nedense hep susma hakkını kullanıyoruz. Sözümüzü yüceltmemiz gerekmiyor mu? İtiraz edilecek hiçbir yanlış yok mu?)
Müdahale edilecek hiçbir durumla karşılaşmadık mı? Kurulacak yeni cümlelere ihtiyaç kalmadı mı? Evet, bunca gecikmişlik yetmez mi? Geyik muhabbetleri, maç kritikleri, politik kehanetler, komplo kurguları, ticari teraneler, uçuk yorumlar bizi yeterince yormadı mı?
Tükenen kelimelerimiz mi, biz mi? Bugün sözlerimizin bir ağırlığı yoksa bu sözün yetersizliğinden değil, söyleyenlerin tutarsızlığından kaynaklanıyor olsa gerek… Şimdi davet zamanı… Efendimiz (s.a.v) henüz işin başlangıcında sesleniyor; “Ey Hatice! Artık istirahat vakti geçti” İstirahat ve rahat değil, davet ve hareket… İnziva değil inzar ve irşad… Hayatın şifresi, geleceğin şifası İslami davettir… Aksi takdirde yani davet yoksa kendimize yazık etmiş oluruz…
“Senden başka ilah yoktur. Seni tenzih ederim, ben gerçekten zalimlerden oldum.” (Enbiya-87)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder