Evet, davet bir toplumsal diriliş projesidir… Yeniden bir Endülüs rüyamız olacaksa, bu rüya davetsiz gerçekleşmez… Kudüs hasretliğinin vuslatı isteniyorsa davetsiz ve dertsiz devran dönmez, mahzun ve mazlum yüzler gülmez… Davet davetçinin muhatabına yönelttiği birkaç kelime ve cümleden ibaret değildir… Davet fedakârlıktır, sadakattir, samimiyettir, sonuna kadar gayrettir… Ve davetçi düşünür; “Bize davet ulaşmadı” diyenlerin çokluğu, mahşerde başıma ne işler açar? Bir de davetin toplumsal sonuçlarından daha çok mizana
yansımasını öncelememiz gerekiyor… İnsanlar dinlemiyor, anlamıyor diye daveti durduramayız… Alanı boşaltamayız… Ninova’dan vazgeçemeyiz… Bu terk ediş bırakın muhatapları, kendimize zulmetmek değil midir? Davetin dünyevi getirisi, toplumsal sonuçları, sosyal başarılar öncelenince, öteler ötesi ile ilgi zayıfladı… Davet eden kime ve neye davet ediyor, seçebilmek zor… Kendine mi, dine mi? Belli değil… Değerlere mi, şahıslara mı? Muğlâk Meçhul… Bu durumda davetçi ne muhatabına güven verebiliyor, ne de kendine güven duyabiliyor…
Kısır bir döngü… Fasit bir daire… Niçin böyle?
“Benim ecrim ancak alemlerin rabbi Allah katındadır” çizgisinden kopup çıkar ve itibar devşirme açmazına düşüldüğü içindir…
İlk Kur’an nesli konuşurken sadece İslam’ın izzeti için konuşuyordu. Sonrakiler kendi izzeti nefislerini düşünür oldular… Böyle olunca geriye ne izzet kaldı, ne de heybet…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder