1 Temmuz 2016 Cuma

İrade Nedir?

  Bana, "İrade nedir?" diye soracak olursan, cevabım şu olur:
  İrade, kalbi, âlemlerin rabbi olan Allah'ın sevgisine, rızasına, isteğine bağlamak; malı mülkü terkedip fâni ve helak edici şeylere hükmetmek; rahatı terketmek, mubah şeylerden yüz çevirmek; Allah'ı arzulamak ve O'nun muhabbet ateşinde yanmaktır. 

  Bir pervanenin bile kendini mum ışığında yaktığını görmüyor musun? Miskin bir pervane bile kendini ateşe atıp yakıyor da bu yanıştan bir hayat umuyor. O küçücük haliyle, canını sevgilisinin kollarına atıp feda ediyor da sen, üstün bir varlık olarak, mükemmel bir sevgili için nefsini harcamakta, varlığını ona armağan etmekte tereddüt ediyorsun. Sonsuza kadar bu fâni dünyada yaşayacağını mı zannediyorsun! O küçücük pervane tüm varlığını sevgilinin ateşinde yakarak yeni bir hayata doğacağını biliyor da, sen yücelerden gelen, "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetmeyin. Onlar diridirler."(Âl-i İmrân - 169) sesini duymana rağmen hâlâ duraklamaktasın.
  Bu gibi insanlar, iradelerinde sadık olmayan, yalancı kimselerdir. Onların hakiki (manevî) lezzetlerden hiçbir nasibi yoktur. Şüphesiz nefsini harcamadıkça ve varlığını yok etmedikçe Allah'a kavuşamazsın. Nefis perdesini kaldırmadıkça O senin için, sen de O'nun için olamazsın. Varlığını yok edersen, O'nunla baki olursun. Her kim ki varlığını O'na feda ederse Allah Teâlâ onu kendine dost edinir, halef yapar.
  Nefsin her şeyden hakir; muradın her şeyden aziz olduğuna göre, değersiz ve hakir bir şeyi, kıymetli ve aziz bir şeye değişmedikçe Hakk'ın müridi ve talebesi olamazsın.
  O halde varlığını O'na sun, nefsini O'na feda et. Bak, Resûl-i Kibriya ile özel konuşmak isteyenlere ne buyuruluyor: "...Onunla konuşmadan önce sadaka veriniz..."(Mücâdele - 12.) İşte, Cenâb-ı Hakk'a kavuşmanın bedeli, O'na canı hediye vermektir. Bunu yaptığında, eğer mürid isen murad, talip isen matlûp, habîb isen mahbûb olursun. İşte o zaman sende, "Allah dilemedikçe dileyemezsiniz..."(İnsân - 30) âyeti tecelli eder.

  Ey insan, Allah'tan başkasına yöneldiğin ve iltifat ettiğin müddetçe sürekli "lâ ilahe illallah" de ki kötü sıfatların gitsin, iyi sıfatların artsın. Sende, iyi ve kötü olarak iki türlü sıfat vardır, iyi sıfatlar Allah'ın ihsanı, kötü sıfatlar ise adaletinin gereğidir. Bu iyi ve kötü sıfatların değişik kısımları vardır.
  Kötü ahlâkların temeli yedi şeyden meydana gelip bunların her birinin arkasında şeytan vardır. Bu yedi şey; kötü his, kötü meşguliyet, hevâ, nefis, fâsid nefis, beşerî haller ve kötü huydur.
  Güzel sıfatların temeli sekiz şeyden oluşup bunların her birinin arkasında melek vardır. Bunlar, his, fehim, akıl, gönül, kalp, ruh, sır ve himmettir. Bunlardan her biri bir diğerine tekabül etmektedir. Şöyle ki, kötü olan his iyi olanın, kötü meşguliyet fehmin, hevâ aklın, nefis fesadı gönlün, beşerî haller ruhun, kötü huy sırrın karşılığı olup şeytan da meleğin karşılığıdır. Yalnız güzel sıfatların sekizinci sırasındaki himmetin karşılığı yoktur.
  Güzel sıfatların sekiz, kötü sıfatların yedi oluşu cennet ve cehennem kapılarını simgelemektedir. Zira cennet "ilâhî ihsan evi", cehennem "adalet evi"dir. Allah Teâlâ, "Cehennemin yedi kapısı vardır"(Hicr - 44) buyurmuştur.
  Güzel sıfatlar, sana bu dünyada verilmiş küçük bir cennettir. Kötü sıfatlar da sana bu dünyada verilmiş küçük bir cehennem sayılır. Bu küçük cennet ve cehennemin her bir kapısı hakiki cennet ve cehenneme açılır. Âyette, "...Her kapı onların gireceği bir kısma açılır"(Hicr - 44) buyurulmuştur.

                                                                                      Alıntı: İmam GAZALİ - Tevhid Risalesi

Gerçek Sevgi

  Bütün derdi yeme ve içme olan bir kimsenin Allah'ı sevdiğini söylemesi yalandır. Bunun gibi cennet nimetlerini düşünen, onlarla meşgul olan kişi de sevgisinde yalancıdır.

  Gerçek mânada kul olanlar yalnızca Allah için kalkar, oturur, konuşur, her şeyi O'ndan alır ve yalnız O'na bakarlar. Gözlerini Allah için kapatırlar. Böylece O'nunla görür, O'nunla işitir, O'nunla konuşur, O'nunla tutar ve O'nunla yürür bir hale gelirler. Bu durum bir kudsî hadiste şöyle ifade edilmiştir: "Ben bir kulumu sevdiğim zaman onun kulağı, gözü, eli ve ayağı olurum. Kulum benimle duyar, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür..."(Buhârî, Rikak, 38; İbn Mâce, Fiten, 16; Begavî, Şer-hu's-Sünne, 1/142)

  Allah Teâlâ, diğer insanlara vaad ettiği birtakım şeyleri bu kullarına peşinen vermiştir. Başkalarına gaib olan şeyi onlara ayan beyan göstermiştir. Diğerleri, bir köşeye serilmiş bulunan seccadeleri üzerindeyken, onlar şarkta, garpta, arş ve terstedirler. Bedenleriyle olmasa da sırlarıyla maddî âlemi aşmışlar, Hak Teâlâ'yı gözleriyle olmasa da sırlarıyla görmüşlerdir. Onlar Hakk'ın güzide kulları ve kâinatın yaratılış sebebidirler. Halk onların bereketi sayesinde rızka kavuşur, onların duaları ile nice şeyler yaratılır. Onlar, sadece Allah'a kulluk eder, sırf O'nun birliğini ikrar ve ilân ederler. Bu güzide insanlara ve onlara tâbi olanlara ne mutlu!...
 
  Cenâb-ı Hak, onların bu halini överek peygamberine şöyle buyuruyor: "Rablerinin rızasını dileyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur. Senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur. Dikkat et, onları üzersen zalimlerden olursun."(En'âm-52.)

                                                                               Alıntı: İmam GAZALİ - Tevhid Risalesi