18 Ekim 2016 Salı

İmam-ı Azam Ebu Hanife (r.a.)'nin Akaid ile İlgili Vasiyeti

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

  İman; lisan ile ikrar, kalb ile tasdiktir. Sadece ikrar iman olmaz. Çünkü sadece ikrar iman olsaydı, bütün münafıkların mü'min olmaları gerekirdi. Keza sadece tasdik de iman olmaz. Eğer sadece tasdik îman olsaydı, bütün kitap ehlinin mü'min olması gerekirdi. Halbuki Allah; "Allah şahitlik eder ki, münafıklar yalancıdırlar."(el-Münafikun,1) ve "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler Peygamberi oğullarını tanır gibi tanırlar."(el-Bakara,146.) buyurmaktadır.

  İman artmaz ve eksilmez. Çünkü, imanın artması ancak küfrün azalmasıyla; eksilmesi de küfrün artmasıyla tasavvur olunabilir. Bir şahsın aynı durumda mü'min ve kâfir olması nasıl mümkün olur? Mü'min gerçekten iman eden, kâfir de gerçekten inkâr eden kimsedir. İmanda şüphe olmaz. Zira Yüce Allah "Onlar gerçekten mü'minlerdir."(el-Enfal,4.) ve "Onlar gerçekten kâfirlerdir."(en-Nisa,151.)buyurmaktadır. Hz. Muhammed'in ümmetinden âsi olan kimselerin hepsi gerçekten mü'min olup, kâfir değillerdir.

  Amel imandan ayrı, iman da amelden ayrı şeylerdir. Mü'minin bir çok zaman bazı amellerden muaf tutulması bunun delilidir. Bu muaflık halinde mü'minden imanın gittiği söylenemez. Âdet gören bir kadın, namazdan muaftır. Fakat, ondan imanın kaldırıldığını, yahut imanın terkedilmesinin emredildiğini söylemek caiz değildir. Şâri' o kimseye "Orucu terket, sonra da kaza et," demiştir. Fakat "İmanı bırak, sonra kaza et," denilmesi caiz değildir. Fakirin zekât vermesi gerekmez, demek caizdir. Fakat fakirin iman etmesi gerekmez demek caiz değildir.

  Hayrın ve şerrin takdiri Allah'tandır. Eğer bir kimse hayır ve şerrin takdirinin Allah'tan başkasından olduğunu söylerse, o kimse Allah'ı inkâr ve tevhid inancını iptal etmiş olur.
 
  Ameller; fariza, fazilet ve masiyet olmak üzere üç kısma ayrılır. Farizalar, Allah'ın emri, dilemesi, muhabbeti, rızası, kazası, kudreti, ilmi, muvaffak kılması, yaratması ve Levh-i Mahfûz'da yazması iledir. Fazilet (farz olmayan ameller) Allah'ın emri neticesi olan amel değildir. Eğer öyle olsaydı, fariza olurdu. Fakat fazilet olan ameller Allah'ın dilemesi, muhabbeti, rızası, kaderi, kazası, hükmü, ilmi,muvaffak kılması, yaratması ve Levh-i Mahfûz'da yazması neticesidir. Ma'siyet olan amel Allah'ın emri neticesi değildir, fakat Allah'ın muhabbeti, rızası ve muvaffak kılması olmaksızın; dilemesi, kazası, takdiri, hızlanı (yardıma ihtiyaç duyulduğu anda yardımı kesmek), ilmi ve Levh-i Mahfûz'da yazması iledir.

  Allah'ın ihtiyacı olmaksızın Arş üzerine istiva ve istikrarı vardır. Muhtaç olmaksızın arşı ve başkalarını muhafaza eder. Eğer Allah'ın ihtiyacı olsaydı, mahlûklar gibi âlemi icad ve tedbîre kadir olamazdı. Oturmak ve karar kılmaya muhtaç olsaydı, Arş'ın yaratılmasından önce Allah'ın nerede olduğu sorusu ortaya çıkardı. Yüce Allah bundan münezzehtir.

  Kur'ân, Allah-u Taâla'nın mahluk olmayan kelâmı, vahyi, tenzili, ilâhî zâtının aynı olmayan, zatından da ayrı düşünülemeyen kelâm sıfatıdır. O, mushaflarda yazılı dille okunur, kalplerde yer tutmaksızın muhafaza edilir. Mürekkep, kâğıt ve yazıların hepsi mahlûktur. Zira bunlar kulların fiilleri sonucudur. Fakat Allah'ın kelâmı mahlûk değildir. Yazılar, harfler, kelimeler, işaretler kulların anlama ihtiyacından dolayı mânâya delalet eden şeylerdir. Allah'ın kelâmı zâtıyla kaim olup, mânâsı bu delalet edici şeylerle anlaşılır. Allah'ın kelâmının mahlûk olduğunu söyleyen kimse kâfir olur. Allah-u' Taâla daima kendisine ibâdet edilendir. Kelâmı ise kendisinden ayrılmaksızın okunan, yazılan ve hıfzolunandır.

  Peygamberimiz Hz. Muhammed'den sonra bu ümmetin en faziletlisi Ebû Bekr es-Sıddîk, sonra Ömer, sonra Osman, sonra da Ali'dir (Allah hepsinden razı olsun). "İlk önce iman edenler, herkesi geçenlerdir. Allah'a yakın olanlar onlardır. Onlar Naîm cennetlerindedir."(el-Vakıa,10.) âyeti bu hususu ifade eder. Önceliği olan herkes daha faziletlidir. Onları her mü'min ve muttaki sever, buğzedenler münafık ve kötü kimselerdir. Kullar amelleri, ikrarları ve marifetleri ile mahlûkturlar. Fail mahlûk olunca onun fiillerinin evleviyetle mahlûk olması gerekir.

  Allah-u Taâla mahlûkatı âciz ve zayıf oldukları halde güçleri olmaksızın yaratmıştır. Onların yaratıcı ve rızıklandırıcısı "Sizi yaratan, sonra besleyen, sonra sizi öldüren, sonra dirilten Allah'tır."(er-Rum,40.) âyetine göre Allah-u Taâla'dır. Helâl kazanç ve helâlinden mal biriktirmek helâldir. Haramdan mal biriktirmek ise haramdır. İnsanlar üç kısma ayrılır: İmanında samimi olan mü'min, küfründe direnen inkarcı kâfir ve nifakında sebat eden iki yüzlü münafık. Allah-u Taâla mü'mine ameli, kâfire imanı, münafığa da ihlası farz kılmıştır. "Ey insanlar; Rabbinizden korkun"(el-Hac,1.) âyetinde "Ey mü'minler, Allah'a itaat edin", "Ey kâfirler; Allah'a iman edin", "Ey münafıklar; ihlaslı ve samimi olun," mânâsı vardır.

  İstitaat (kulun fiili için gerekli güç) fiilden önce de sonra da değil, ancak fiille beraberdir. Eğer istitaat fiilden önce olsaydı, kul ihtiyacı anında Allah'tan müstağni olurdu. Bu ise "Müstağni olan Allah'tır. Sizler ise muhtaçsınız." (Muhammed,38.) âyetine muhalif olurdu. İstitaatin fiilden sonra olması, fiilin takat ve istitaatsız meydana gelmesini gerektireceği için muhaldir.

  Mestler üzerine meshetmek vârid olan hadîse göre caiz olup; mukim için bir gün bir gece, yolcu için üç gün üç gecedir. Hadîs, mütevatire yakın olduğu için inkâr edenin küfründen korkulur. Seferde namazları kısaltmak ve oruç tutmamak ruhsattır. "Sefere çıktığınız zaman namazı kısaltmanızda beis yoktur."(en-Nisa,101.) ve "İçinizden kim hasta olur veya seferde bulunursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar."(el-Bakara,184) âyetleri bu hususu ifade etmektedir.

  Allahu Taâla "Kalem"e yazmasını emretmiş, Kalem de "Ne yazayım ya Rabbi" demiştir. Allah-u Taâla da ona "Kıyamete kadar olacak şeyleri yaz," buyurmuştur. (Ebû Davud, es-Sünne, 16; et-Tirmizî, el-Kader, 17; İbnu Hanbel. el-Müsned, V/217, 218, 219.)"Onların işledikleri her şey defterlerde kayıtlıdır. Küçük, büyük her şey yazılıdır."(el-Kamer,52,53.) âyeti bunu belirtmektedir.

  Şüphesiz kabir azabı vardır. Münker ve Nekir suali haktır. Bu konuda hadîsler varid olmuştur. Cennet ve Cehennem haktır. Ve ehli için yaratılmıştır. Allah mü'minler için Cenneti "Müttakiler için hazırlanmıştır."(A’li-İmran116.) kâfirler için de Cehennemi "Kâfirler için hazırlanmıştır."(el-Bakara,24.) âyetlerinde yarattığını belirtmiştir. Allah Cennet ve Cehennem'i sevap ve ceza için yaratmıştır. Mizan haktır. "Kıyamet günü adalet terazilerini kuracağız. Hiç bir kimse, hiç bir şeyde haksızlığa uğramayacaktır."(el-Enbiya,47) âyeti bunu ifade eder. İnsanın kitabını (amel defterini) okuması haktır. "Kitabını oku! Bu gün senin nefsin kendi hesabını görmek için kâfidir."(İsra,14) âyeti bunun delilidir.

  Allah bu nefisleri ölümden sonra da ellibin sene miktarınca tutan günde; ceza, sevap ve hakların edası için diriltir. "Şüphesiz, Allah kabirlerde bulunanları diriltecektir." (et-Tirmizi, el-Kader, 17.)âyeti bu hususu' belirtir. Cennet ehlinin Allah-u Taâla'ya keyfiyet, teşbih ve cihet olmadan mülaki olmaları haktır. Peygamberimiz'in (Allah salât ve selâm eylesin) şefaati büyük günah işlese de Cennet ehli olan her mü'min için haktır. Hz. Aişe, Hz. Hatice'den sonra kadınların en faziletlisi, mü'minlerin annesi, zinadan uzak, râfizîlerin iftira ve iddialarından beridir. Kim ona zina isnadında bulunursa, kendisi zina mahsûlüdür.

  Cennet ehli Cennet'te, Cehennem ehli de Cehennem'de ebedî kalacaklardır. Allah-u Taâla mü'minler için "Onlar Cennetliklerdir, orada ebedî kalacaklardır." (İbn Hanbel, el-Müsned, V, 217,218,219.)kâfirler için de "Onlar Cehennemliklerdir, orada ebedî kalacaklardır." (Ali-İmran,116) buyurmaktadır.

1 Temmuz 2016 Cuma

İrade Nedir?

  Bana, "İrade nedir?" diye soracak olursan, cevabım şu olur:
  İrade, kalbi, âlemlerin rabbi olan Allah'ın sevgisine, rızasına, isteğine bağlamak; malı mülkü terkedip fâni ve helak edici şeylere hükmetmek; rahatı terketmek, mubah şeylerden yüz çevirmek; Allah'ı arzulamak ve O'nun muhabbet ateşinde yanmaktır. 

  Bir pervanenin bile kendini mum ışığında yaktığını görmüyor musun? Miskin bir pervane bile kendini ateşe atıp yakıyor da bu yanıştan bir hayat umuyor. O küçücük haliyle, canını sevgilisinin kollarına atıp feda ediyor da sen, üstün bir varlık olarak, mükemmel bir sevgili için nefsini harcamakta, varlığını ona armağan etmekte tereddüt ediyorsun. Sonsuza kadar bu fâni dünyada yaşayacağını mı zannediyorsun! O küçücük pervane tüm varlığını sevgilinin ateşinde yakarak yeni bir hayata doğacağını biliyor da, sen yücelerden gelen, "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetmeyin. Onlar diridirler."(Âl-i İmrân - 169) sesini duymana rağmen hâlâ duraklamaktasın.
  Bu gibi insanlar, iradelerinde sadık olmayan, yalancı kimselerdir. Onların hakiki (manevî) lezzetlerden hiçbir nasibi yoktur. Şüphesiz nefsini harcamadıkça ve varlığını yok etmedikçe Allah'a kavuşamazsın. Nefis perdesini kaldırmadıkça O senin için, sen de O'nun için olamazsın. Varlığını yok edersen, O'nunla baki olursun. Her kim ki varlığını O'na feda ederse Allah Teâlâ onu kendine dost edinir, halef yapar.
  Nefsin her şeyden hakir; muradın her şeyden aziz olduğuna göre, değersiz ve hakir bir şeyi, kıymetli ve aziz bir şeye değişmedikçe Hakk'ın müridi ve talebesi olamazsın.
  O halde varlığını O'na sun, nefsini O'na feda et. Bak, Resûl-i Kibriya ile özel konuşmak isteyenlere ne buyuruluyor: "...Onunla konuşmadan önce sadaka veriniz..."(Mücâdele - 12.) İşte, Cenâb-ı Hakk'a kavuşmanın bedeli, O'na canı hediye vermektir. Bunu yaptığında, eğer mürid isen murad, talip isen matlûp, habîb isen mahbûb olursun. İşte o zaman sende, "Allah dilemedikçe dileyemezsiniz..."(İnsân - 30) âyeti tecelli eder.

  Ey insan, Allah'tan başkasına yöneldiğin ve iltifat ettiğin müddetçe sürekli "lâ ilahe illallah" de ki kötü sıfatların gitsin, iyi sıfatların artsın. Sende, iyi ve kötü olarak iki türlü sıfat vardır, iyi sıfatlar Allah'ın ihsanı, kötü sıfatlar ise adaletinin gereğidir. Bu iyi ve kötü sıfatların değişik kısımları vardır.
  Kötü ahlâkların temeli yedi şeyden meydana gelip bunların her birinin arkasında şeytan vardır. Bu yedi şey; kötü his, kötü meşguliyet, hevâ, nefis, fâsid nefis, beşerî haller ve kötü huydur.
  Güzel sıfatların temeli sekiz şeyden oluşup bunların her birinin arkasında melek vardır. Bunlar, his, fehim, akıl, gönül, kalp, ruh, sır ve himmettir. Bunlardan her biri bir diğerine tekabül etmektedir. Şöyle ki, kötü olan his iyi olanın, kötü meşguliyet fehmin, hevâ aklın, nefis fesadı gönlün, beşerî haller ruhun, kötü huy sırrın karşılığı olup şeytan da meleğin karşılığıdır. Yalnız güzel sıfatların sekizinci sırasındaki himmetin karşılığı yoktur.
  Güzel sıfatların sekiz, kötü sıfatların yedi oluşu cennet ve cehennem kapılarını simgelemektedir. Zira cennet "ilâhî ihsan evi", cehennem "adalet evi"dir. Allah Teâlâ, "Cehennemin yedi kapısı vardır"(Hicr - 44) buyurmuştur.
  Güzel sıfatlar, sana bu dünyada verilmiş küçük bir cennettir. Kötü sıfatlar da sana bu dünyada verilmiş küçük bir cehennem sayılır. Bu küçük cennet ve cehennemin her bir kapısı hakiki cennet ve cehenneme açılır. Âyette, "...Her kapı onların gireceği bir kısma açılır"(Hicr - 44) buyurulmuştur.

                                                                                      Alıntı: İmam GAZALİ - Tevhid Risalesi

Gerçek Sevgi

  Bütün derdi yeme ve içme olan bir kimsenin Allah'ı sevdiğini söylemesi yalandır. Bunun gibi cennet nimetlerini düşünen, onlarla meşgul olan kişi de sevgisinde yalancıdır.

  Gerçek mânada kul olanlar yalnızca Allah için kalkar, oturur, konuşur, her şeyi O'ndan alır ve yalnız O'na bakarlar. Gözlerini Allah için kapatırlar. Böylece O'nunla görür, O'nunla işitir, O'nunla konuşur, O'nunla tutar ve O'nunla yürür bir hale gelirler. Bu durum bir kudsî hadiste şöyle ifade edilmiştir: "Ben bir kulumu sevdiğim zaman onun kulağı, gözü, eli ve ayağı olurum. Kulum benimle duyar, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür..."(Buhârî, Rikak, 38; İbn Mâce, Fiten, 16; Begavî, Şer-hu's-Sünne, 1/142)

  Allah Teâlâ, diğer insanlara vaad ettiği birtakım şeyleri bu kullarına peşinen vermiştir. Başkalarına gaib olan şeyi onlara ayan beyan göstermiştir. Diğerleri, bir köşeye serilmiş bulunan seccadeleri üzerindeyken, onlar şarkta, garpta, arş ve terstedirler. Bedenleriyle olmasa da sırlarıyla maddî âlemi aşmışlar, Hak Teâlâ'yı gözleriyle olmasa da sırlarıyla görmüşlerdir. Onlar Hakk'ın güzide kulları ve kâinatın yaratılış sebebidirler. Halk onların bereketi sayesinde rızka kavuşur, onların duaları ile nice şeyler yaratılır. Onlar, sadece Allah'a kulluk eder, sırf O'nun birliğini ikrar ve ilân ederler. Bu güzide insanlara ve onlara tâbi olanlara ne mutlu!...
 
  Cenâb-ı Hak, onların bu halini överek peygamberine şöyle buyuruyor: "Rablerinin rızasını dileyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur. Senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur. Dikkat et, onları üzersen zalimlerden olursun."(En'âm-52.)

                                                                               Alıntı: İmam GAZALİ - Tevhid Risalesi

26 Mayıs 2016 Perşembe

Demir ve Çiftlerin Mucizesi

DEMİRDEKİ İKİ ŞİFRE 

 Demir dünyamızda en çok bulunan dört elementten biridir ve çağlar boyunca insan için en hayati madenler arasında yer almıştır. Demirden bahseden Hadid (demir) Suresi’nin 25. ayeti şöyledir:

 "Demiri de indirdik. Onda büyük bir kuvvet ve insanlar için fayda vardır."

 Bu ayet ise oldukça ilginç olan iki matematiksel şifre taşımaktadır.

 El-Hadid (belirli demir), Kuran'ın 57'nci suresidir. "El-Hadid" kelimesinin harflerinin sayısal değerleri toplandığında (ebced hesabı) karşımıza çıkan rakam da aynıdır: 57.

 Sadece "Hadid" (demir) kelimesinin ebced değeri ise 26’dır. 26 sayısı demirin atom numarasıdır.

YARATILIŞTAKİ ÇİFTLER

 "Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir." (Yasin Suresi, 36)

 Erkeklik dişilik, "çift" kavramının bir karşılığı olmakla birlikte, ayette bahsedilen "bilmedikleri nice şeylerden" ifadesi daha geniş bir anlam içeriyor. Nitekim maddenin çiftler halinde yaratıldığını ortaya koyan İngiliz bilim adamı Paul Dirac, 1933 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü kazandı. "Parité" adı verilen bu buluş, maddenin anti madde denilen bir çifti olduğunu ortaya koymuştur. Anti-madde, maddenin tersi özellikler taşır. Örneğin maddenin tersine anti-maddenin elektronları artı, protonları da eksi yüklüdür.