26 Temmuz 2015 Pazar

Dünya Sevgisi Hastalıkların Başıdır

Ölüm ansızın gelecek, belki de bize ve size de birkaç dakika sonra gelebilir. Birazdan ölebiliriz, işte o zaman gelmeden, gelecek olan zamanın tedarikinde bulunalım. Fâni şeylere gönül vermeyelim.

 Rivayete göre; dinini, imanını ciddiye alan, derdi olan bir mümin gelip Ebu’d-Derdâ Hazretleri’ne “Yâ Eba’d-Derdâ! Benim büyük bir hastalığım var. Bana bir ilaç tavsiye et ki, o hastalığımı tedavi edeyim” dedi. Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh): “Hastalığın nedir?” diye sordu.

 Adam: “Benim gönlümde fazlasıyla dünya muhabbeti var. Bu sebeple gönlüm kararmıştır. Öyle ki abdest aldığımda, namaz kıldığımda bir mânevî zevk duyamıyorum. Zikirden, ibadetten, tespihten neşe alamıyorum” deyince Ebu’d-Derdâ(Radıyallâhu Anh): “Bu hastalık bütün hastalıkların başıdır. Bunu hemen tedavi et. Yoksa bu hastalığın sonu, imanının ortadan kalkmasıyla neticelenir” buyurdu.

REÇETE: ÜÇ HUSUS

 O kişi “Yâ Eba’d-Derdâ ben ne etsem?” diye sorunca Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh): “Hastaları sor, araştır. Cenazelerinin yanında bulun. Mezarları ziyaret et. Bu üç şeye devam et. Hemen o hastalıklar senden zâil olur. Bu üç hususa devam edildiğinde gönül nurlanır, basiret gözü açılır” buyurdu.

 O kimse bu üç hususa devam etti. Lâkin hastalığı kendinden gitmedi. Gelip yine Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh)a dedi ki: “Yâ Eba’d-Derdâ! Söylediğiniz üç hususa devam ettim. Dünya muhabbeti benden gitmedi. Dünyalık endişesi de benden katiyyen kesilmedi. Gönlüm onlardan yüz çevirmedi. O dediklerini ki bunca gündür yerine getiririm, hiçbir faydasını görmedim.”

NEFİS MUHASEBESİ

 Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh) buyurdular ki: “Hasta ziyaretine gittiğinde Rabbinin sana ne büyük sıhhat nimeti verdiğini hatırlayıp, o hastanın yerinde senin de olabileceğini hiç düşündün mü?!

 Cenazelere iştirak ettiğinde musallâ taşına bir gün senin de getirileceğini, imamın senin için hüsn-ü şehâdet isteyeceğini, kul hakkını hatırlatıp helallik talebinde bulunacağını hatırlayıp nefis muhasebesi yaptın mı?!

 Ölüyü kabre koyarken, mezarlıkları dolaşırken, bir gün seni de kabre koyacaklarını, ne kadar sevenin de olsa şânın, şöhretin, makamın, mevkiin de olsa seni kabre koyup gideceklerini, kabirde yalnız kalacağını, sadece ve sadece hâl-ü hayatta iken yaptığın amellerinle baş başa kalacağını, ancak sâlih amellerin seni kurtaracağını hiç düşünüp tefekkür ettin mi?!”

AKLIM BAŞKA YERDEYMİŞ

 O kimse dedi ki: “Dediğiniz üç hususu yerine getirirken bunları düşünemedim. Demek ki cesedim oradaymış da ruhum, aklım başka yerdeymiş. Vah bana, eyvah bana.”

 O zaman Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh): “Demek ki sen bir hayvan ölüsüne varır gibi gitmişsin. Hastanın yanına vardığında şunları de söylemeliydin: ‘Ey nefsim! Şu döşekte yatan kimdir, sen de bir gün bu hale gelip döşeklere düşeceksin. Acaba sana bir yudum suyu kimler içirecek, işin sonu buraya gelecekse bu kavga, bu hır gür niye?!’

HERKESİN BİNECEĞİ AT

 Ne zaman ki cenaze namazına gittin, o cenaze, evini, barkını, bütün maddi imkanlarını terk etmiş. Bütün toplayıp yığdıklarını bırakmış gitmekte. Bu durumda nefsine diyeceksin ki: ‘Ey nefis! Bu tabut öyle bir attır ki herkes bu ata binse gerektir. Bir gün sen de bu cenaze taşıyan tabut atına bineceksin. İnsanın başına mutlaka geleceği mukadder olan şeyi sen şimdiden gelmiş say. Böyle saymak daha hayırlıdır.’ Bu sebeple denilmiştir ki ‘Her gelecek şey yakındır.’

 Gel şimdi o zaman gelmeden gelecek olan zamanın tedarikinde bulunalım. Bu fâni şeylere gönül vermeyelim. Cenazeyi bir daha hatırla. Evinden, barkından, oğlundan, kızından, kavminden nasıl da yüz çevirmiştir, bunları nasıl da terk etmiş de gider. Baş açık, yalın ayak hepsini de bırakıp gidiyor. Kimse bilmez ki hali nasıldır? Bu durumu tespit edince kabri, mezarlıkları hatırına getir, tefekkür et!

DÜNYADAN USANMAZ MISIN?

 Kabirler, mezarlar ayak altında kalmışlar. O nazik tenleri çürümüş, o latif ağızları çenelerinden ayrılmış, o başları gövdelerinden kopmuş, o elâ gözlerini kurtlar, böcekler yemiş, o bülbül gibi konuşan dillerini yılanlar, çıyanlar yemiş ve öylece yatmaktalar. Dünyada hevâ ve heves ile geçen ömürleri bitmiş. Bu ibret nazarıyla tefekkür ederken tekrar nefsine dön ve de ki: ‘Ey nefis! Sen dahi insaf etmez misin?! Bu murdar dünyadan usanmaz mısın?! Mevlâ’nın muhabbetine gönül vermez misin?! İşin sonunda sen de öyle olacağını unutur musun?! Bugünlerin senin de başına geleceğini hiç hesaba katmaz mısın?! Şu yatanların her biri senin gibi hürmetli, izzetli kimseler değil miydi?! Bunlar da senin gibi dünyada iken alırlar, verirler, yerler, içerler, hüküm ve hükümet ederlerdi. Şimdi gör ki kara toprak olup ne halde yatarlar?! Her birisi yalnız çukurlarda hallerinin ne olduğu meçhul bir vaziyette yatmaktadırlar.

İMAN DERDİNE DÜŞ

 Ey nefsim! Sen de bir gün bunlar gibi olup vücut ve bedenden ayrılıp şu yatanlarla bir olup çukurun içine yatacaksın. Burada amelinle kalacaksın. Var şimdi can bedende iken âhirete, kabire iman götürme derdine düş, dünya derdine değil. Unutma sen, ebedî yolculuğa çıkmış bir yolcusun. Dünya sadece bir uğrak yeri. Bu kara çukura düşmeden, yılan, çıyan başına üşüşmeden lazım olan hazırlıklarını yap. Tevbeden başla! İlk insan ve ilk peygamber olan Âdem (Aleyhisselâm)ı unutma! O da zellesine tevbe etti.’

 İşte bütün bunları düşünerek tekrar dediklerimi yap. O zaman sendeki hastalık gidecek ve ibadetlerinden zevk alacaksın” diye eşsiz nasihatlerde bulundu ki hepimiz bu nasihatleri kulağımıza küpe yapalım.

KABİR AMEL SANDIĞIDIR

 Bu bahsi İbni Hacer el-Askalânî (Rahimehullâh)ın “el-Münebbihât” isimli eserinde zikrettiği şu ebyât ile bitireyim ki zaten:

 “Vâiz olarak ölüm yeter” hadîs-i şerîfi fehvâsınca bu konu bütün nasihatlerin fevkindedir.

 “Ey dünyasıyla uğraşıp duran,
 Uzun kuruntuları kendisini aldatan,
 Ne zamana kadar gaflette kalacaksın?!
 Ecel sana iyice yanaşıncaya kadar mı?!
 Ama ölüm ansızın gelecektir,
 Kabir ise amel sandığıdır.”

 Ne hikmetli beyitler değil mi?! İşte evlenecek bir kız çeyiz sandığını titizlikle hazırladığı gibi herkesin önünde o bohçanın açılacağını düşünerek içindeki eşyayı her türlü lekeden koruduğu gibi her an ölümle burun buruna olan, Azrâîl (Aleyhisselâm)ın başında dolaşıp “Kon” emrini bekleyen bizim gibiler de amellerimizin bohçasının önce kabirde sonra da mahşerde dost-düşman huzurunda açılacağını düşünerek amel etmelidir ki yarın âhirette yüzümüz kara olmasın!

“NEME LAZIMCILIK” DEVLETLERİ ÇÖKERTİR

 Yahya Efendi Hazretleri’nin beyân-ı vechile “Neme lazımcılık” devletleri çökertir. Nitekim nakledildiğine göre; Osmanlı’nın muhteşem zamanlarında bir gün Kânunî Sultan Süleyman devletin akıbetini düşünür; günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı diye. Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi meşhur âlim Yahya Efendi’ye sorduğundan, bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu Yahya Efendi’ye gönderir.

KISA VE ŞAŞIRTICI CEVAP

 Mektupta: “Sen ilâhi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” diye yazılıdır. Mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı çok kısa ve şaşırtıcıdır: “Neme lâzım be sultanım!” Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan bir mana veremez. Yahya Efendi gibi bir zat nasıl böyle bir cevap verebilir?! Söylenmeye başlar: “Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?” Nihayet kalkar ve Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Der ki: “Ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”

ÇÖKÜŞ VE İZMİHLAL

 Yahya Efendi şöyle bir bakar: “Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kâbil mi?! Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim. Kânunî: “İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece ‘Neme lazım be sultanım!’ demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi bir anlam çıkarıyorum.” Yahya Efendi bu cevaptan sonra şu müthiş açıklamasını yapar: “Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de neme lazım deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Âsâyişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hale gelir!”

ALLAH’A ŞÜKREDEREK AYRILIR

 Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdik eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlim olduğu için Allâh’a şükreder, bu türlü ikazlardan geri kalmaması için tembihte bulunarak oradan ayrılır.Sultan Süleyman, Yahya Efendi’nin uyarısının önemini anladığından dolayı doğru yoldan sapmamak için bu ikazlara devam etmesini ondan ister. Bu mektup Topkapı Sarayı’nda sergi halindedir.

                                                                                          Cübbeli Ahmet Hoca
                                                                                Kaynak: www.gazetevahdet.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder