5 Haziran 2015 Cuma

Hristiyanlara Esir Düşen Kaptanın Kerameti


 
Osmanlı donanmasına önemli hizmetlerde bulunan Oruç Reis, Hristiyanlara esir düştüğü sırada Peygamberimizden istediği himmet cevapsız kalmadı.


ORUÇ REİS HRİSTİYANLARA ESİR DÜŞER

 Cihad bayrağını açmadan evvel İlyas, Oruç ve Hızır reisler, deniz ticâreti ile meşgul idiler. Ancak bu iş, Akdeniz’de pek tehlike arz ediyordu. Nitekim Oruç Reis, bir gün Rodos korsanları tarafından esir edildi. Hızır Reis:

 Olacak olsa gerek, çâr u nâçâr,
 Gerek kalbin gen tut gerek dar!

deyip buna çareler aramaya başladı. Bu yolda gayret gösterip fidye olarak büyük meblâğlar sarf ettiyse de sözlerinde durmayan yalancı korsanların hîleleri yüzünden ağabeyinin esâreti uzun sürdü. Kâfirler bununla da kalmayıp Oruç Reis’e bir papaz göndererek ona hristiyan olmasını teklif etme cür’etini gösterdiler. Ancak Oruç Reis’in:

 “–Ey gâfiller! Ben hak bir dîni bırakıp da nasıl bâtıl bir dîne mensub olurum!” şeklindeki cevabı, âdeta suratlarına çarpılmış bir şamar oldu.

KAFİRLER: “PEYGAMBERİN GELSİN SENİ KURTARSIN”

 Buna sinirlenen korsanlar:

 “–O hâlde gelsin seni Muhammed’in kurtarsın bakalım!” diyerek onu forsalık yapması için bir sandala zincirlediler.
 Oruç Reis, Allâh’a sığınarak:
 “–Siz görün hele benim Peygamber’im bana nasıl yardım eyleyecek!” dedi ve Allâh’a ilticâ etti. 

YEŞİL SARIKLI KİMSELER ZİNCİRLERİ ÇÖZDÜ

 Bir müddet sonra kâfirlerin de gözlerine görünen beyaz kaftanlı yeşil sarıklı kimselerin yardımlarıyla bukağılarını çözüp kendisini engin deryâya bıraktı ve esâretten kurtuldu. Böylece îman celâdet, teslîmiyet ve tevekkülünün berekâtı tecellî etti.

 İşte bu hâdiseden sonra Oruç Reis, kardeşi Hızır Reis’le beraber Akdeniz korsanlarına karşı amansız bir mücâdele başlattı. Kısa zaman içerisinde de nice deniz kurdu olmuş levent onların yanında toplandı ve hep birlikte:

 “Gazâ vaktidir; Bismillâh vira!” deyip deryâlara açıldılar.
 Bu cihad bayrağı gittikçe gölgesini genişletti. Oruç ve Hızır reisler, Ceneviz, Fransız, İspanyol ve Venedik gemilerine karşı şanlı zaferler kazandılar. Şöhret ve kuvvetleri bütün Avrupa’yı sardı, imparatorların uykularını kaçırdı. Nihâyet bu leventler, Cezâyir’i fethedip bir devlet kurdular. 

                                                              Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Osmanlı, Erkam Yayınları

4 Haziran 2015 Perşembe

Marifetullah Nedir?

 Kur’ân-ı Kerîm’in umûmî ve esas maksadı da, akılları ve kalpleri Allah’tan gayrı şeylerin işgâlinden kurtarıp mârifetullâh’a sevk etmektir.

ALLAH TEÂLÂ İNSANI NEDEN YARATTI? 

 Allah Teâlâ, insanı, kendisini tanıması ve kulluk etmesi için yaratmıştır. Kişi bu gâyeye en güzel, zikir ve fikir yoluyla ulaşabilir. İbadet, insan hayâtının özüdür. Zikir ise, Allâh’a ibadet etmenin en güzel şekillerinden biridir. Zikir ile tefekkür de birbirinden ayrılmayan iki kardeş gibidir.

 Şüphesiz insanlar için en mühim şey, ebedî saâdet ve huzûra nâil olmaktır. Başka arzular buna nisbetle ehemmiyetsiz kalır. Ebedî saâdet ve huzûra ulaşmak için de en mühim vesîle “mârifet”tir.

ALLAH’IN BİLİNMESİ

 İlmî bilgi, bir hâdiseyi sebep-netice münâsebetiyle kavramaktır. Mârifet ise, buna ilâveten bir de onda ilâhî irâdenin tecellîsini idrakle gerçekleşir. Bundan dolayıdır ki Allâh’ın bilinmesine dâir bilgi, mârifetullah olarak isimlendirilmiştir. Yani bu, Allâh’ın varlığını mârifet ölçüsünde kavramak demektir.

 Bu sebeple Mü’minûn Sûresi’nin 84-87. âyetlerinde tezekkür (düşünme), takvâdan önce zikredilmiştir. Çünkü insanlar tefekkür ve tahassüs ile mârifete ulaşırlar. Allah Teâlâ’yı lâyıkıyla tanıdıktan sonra da O’na muhâlefetten sakınıp takvâ sahibi olmaları gerektiğini bilirler. Zira mârifetullah olmadan, yani Allâh’ı lâyıkıyla tanımadan hiçbir amel bir değer ifâde etmez.
 Hâsılı, en üstün ilmin mârifetullâh olduğu şüphesizdir. Cüneyd-i Bağdâdî -kuddise sirruh- şöyle buyurmuştur:

 “Eğer gök kubbenin altında mârifet ehlinin peşinden koştuğu ilimden daha üstün bir ilmin olduğunu bilseydim, başka hiçbir şeyle uğraşmaz, durmadan onu elde etmek için gayret ederdim.” 

MARİFETULLAH’A ERİŞMEK İÇİN İKİ YOL

  İbn-i Kayyim el-Cevziyye de şöyle der:

 “Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de kullarını iki yolla mârifetullâh’a erişmeye dâvet ediyor:

 1. Cenâb-ı Hakk’ın yaptığı ve yarattığı şeylere nazar ederek, onlar üzerinde düşünmek,
 2. Kur’ân-ı Kerîm’deki âyet-i kerîmeler üzerinde tefekkür ve tedebbür etmek.
 Birinci grup Allâh’ın müşâhede edilen âyetleri, ikincisi de işitilen ve akılla idrâk edilen âyetleridir.” (İbn-i Kayyim, Fevâid, s. 31-32) Bunlar üzerinde tefekkür ve tahassüs, insanı tahkîkî îmâna erdirerek yaratılış maksadına yönlendirir.

 Şâir ne güzel söyler:

 Bir kitâbullâh-ı âzamdır serâser kâinât,
 Hangi harfi yoklasan mânâsı hep Allah çıkar.

 “Kâinât baştan başa Allâh’ın en büyük kitabıdır. Bu büyük kitabın hangi harfini okusan, mânâsının hep Allah olduğunu görürsün. Kâinâtın hangi zerresi üzerinde tefekkür etsen, seni Allâh’a ulaştırır.” 

             Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Kâinat ;insan ve Kur’ân’da Tefekkür, Erkam Yayınları

Molla Fenari Hazretleri

Osmanlı'nın ilk şeyhülislamı Molla Fenari Hazretleri (1350-1431) Şeyhülislam olmadan önce Bursa kadısı idi.

Onun kadılığı sırasında bir adam pazardan bir at satın aldı. Fakat alışverişin hemen arkasından atın hasta olduğunu fark etti. Geri vermesi gerekiyordu, ama satın aldığı adam zorluk çıkartır, atın hastalığını kabûl etmez diye, önce kadıya gidip resmî yoldan işi sağlama bağlamak istedi. Mahkemeye gittiğinde kadıyı yerinde bulamadı. Mecbûren işini ertesi güne bıraktı. Fakat olacak ya, at o gece öldü.

 Adam ertesi gün olanları kadıya anlattı, mağdur olduğunu ve ne yapması gerektiğini sordu. Molla Fenârî Hazretleri:

 “Senin zararını ben ödeyeceğim” dedi. Adam hayretle kadıya baktı: “Niçin siz ödeyeceksiniz, hâ-diseyle hiçbir ilginiz ve suçunuz yok ki” dedi. O mübârek zât:

 “Evet, zâhiren öyle görünüyor ama, hakîkatte benim de suçum büyük. Eğer sen dün makamıma geldiğinde ben yerimde olsaydım, olaya müdâhale eder, atı geri verdirir, paranı iâde ettirirdim. At da sâhibinin elinde ölmüş olurdu. Bu imkân şimdi yok. Senin zararına benim makamımda bulunmam gerekirken bulunmamam sebeb olduğu için, zararını ben ödeyeceğim” dedi ve ödedi.

                                                                                           Kaynak: www.gazetevahdet.com

2 Haziran 2015 Salı

Sakalın Faydaları

 İngiltere’nin Güney Queensland Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre sakalın inanılmaz faydaları olduğu ortaya çıktı.
 Araştırmalara göre sakal bırakmak başta cilt kanseri olmakla birlikte birçok sağlık sorununa iyi geldiği öne sürüldü.
 İngiltere’nin insan sağlığı araştırması bakımında birçok ödüle sahip olan Güney Queensland Üniversitesi’nde özellikle Müslümanları ilgilendiren bir araştırma yapıldı.
 Sakal bırakmanın faydalarını araştıran Güney Queensland Üniversitesi gericiliğin alameti olarak gösterilen sakalın insan cildine inanılmaz faydaları olduğunu ortaya koydu.

CİLT KANSERİNİ ÖNLÜYOR

 Güney Queensland Üniversitesi’ndeki araştırmacılara göre: ‘Sakal, cilt kanseriyle bağlantılı güneş ışınlarının zararlarına karşı büyük koruma sağladığı ve yüzün sakal ve bıyıkla kaplı kesimlerinin sakalsız kesimlerine oranla zararlı UV ışınlarına üçte bir oranında daha az maruz kaldığını kanıtladılar.’ Ayrıca cilt kanserine en iyi önlem olduğunu savunan araştırmacılar özellikle Müslüman ülkelerin bu konuda daha şanslı olduğunu ifade ettiler.

YÜZÜ KORUYOR

 Araştırmayı enine boyuna konu alan Londra Üniversitesi’nden Dr. Rob Hicks ve Dr. Nick Lowe sakalın yaşın ilerlemesi sürecini, yaşlılık belirtilerinin ortaya çıkmasını yavaşlattığını ve yüzü kurutan rüzgarlardan koruyarak cildin nemli kalmasını sağladığını belirtti.

                                                                                                           Kaynak: islamveihsan.com